ISBN: 978-975-255-512-9
Kitabın Ebadı: 21 x 13,5
Sayfa sayısı: 328 sayfa
ÖNSÖZ
Birinci ve İkinci
Dünya Savaşları, her iki savaşın ardından Almanya’nın yenilgisi ve yeniden
ayağa kalkışı, açıkçası birçoklarını hayrete düşürdüğü gibi beni de
etkilemişti. Ve nedense bu iki savaşın ardından kısa bir süre sonra
kurulan/kurdurtulan bir birlik neden, niçin, kim/kimler soruları ve yanıtlarını
bulma çalışmalarım…
Doksanlı yılların
başında özel bir sebepten ötürü yurt dışına çıkışımla birlikte, lise
dönemlerinde sorduğum ve kısmen yanıtlarına ulaşabildiğim ancak Üniversite
yıllarında derinlemesine araştırdığım bu alandaki sorularıma yerinde yanıtlar
bulma şansını elde ettim.
Birlik kurulmadan
evvel neden savaştıklarını, savaşlar bittikten sonra neden ve nasıl bir araya
geldiklerini, bir araya gelişlerine sebep olan gerçekte demir-çelik ve
sonrasında atom enerjilerinin nasıl birleştirdikleri konusu mu? Yoksa
birliğin kurulma aşamasında ismi geçen kişilerin esasında hangi amaca neden ve
nasıl hizmet ettiklerini, örneğin ikinci dünya savaşında ve sonrasında Gehlen
adında bir Alman istihbaratçının yıllarca ABD’ye neden ve nasıl çalıştığını,
Alman Anayasasının nasıl oluştuğunu öğrenme fırsatı yakaladım.
Öğrendiklerim
karşısında şaşkınlığa düştüm, şaşırdıkça daha da çok sorgulamaya başladım ve
sorguladıkça çok daha yeni, derin, gizli bilgilere vakıf oldum. Biliyorumki
öğrendiklerim, öğrenemediklerimin yanında belki de koca bir beyaz kağıt
parçasında siyah bir kalem ucunun bıraktığı nokta niteliğindeydi. Merhum Cengiz
Aytmatov: İnsan her şeyi anlatamaz, zaten kelimeler de her şeyi anlatmaya
yetmez derken ne de güzel ifade etmişti.
Türkiye 1949 yılından
bu yana Avrupa Konseyi üyesidir. 1962 yılında Avrupa Birliği’ne üye olmaya
davet edilmiş, 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması ile
Türkiye’nin AB üyelik süreci başlamış bu
nu takiben 1970
yılında imzalanan “Katma Protokol Anlaşması” ile devam etmiştir. Türkiye ilk
kez Turgut Özal döneminde birliğe tam üyelik başvurusunda bulunmuştur.
Türkiye’nin, sonradan
Topluluk üyesi olan birçok ülkeden daha önce Topluluk ile ilişkilerini
başlatmış olan bu iki önemli belge, o tarihlerden sonra ve 17 Aralık 2004
tarihli “Avrupa Konseyi Sonuç Bildirgesi” sonrasında halen devam etmekte olan
süreçte Türkiye-AB ilişkilerinin hukuki dayanaklarını teşkil etmektedir.
Türkiye 1987 yılından
bu yana “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi” (AİHM) üyesidir ve 1995 yılında Gümrük
Birliği’nin uygulamaya konmasıyla birlikte Türkiye ekonomisi AB ile uyumlu hale
getirilmiştir. “Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin (AKPM) almış olduğu
karara göre Türkiye’nin 2018 yılına dek denetim sürecine alınması
öngörülmüştür. Bu durum daha evvel (1996 yılından 2004 yılına dek) denetim
sürecine alınan Türkiye için ilk olmamakla beraber, AB tarihinde ise ilk
olmuştur.
Bana göre Türkiye
Avrupa Birliği ilişkileri başından itibaren yanlış zemin üzerine inşaa
edildiğinden beklentiler de yanlışlıklar yumağı haline bürünmüştür. Örneğin
AB’nin Türkiye’yi birliğe almak gibi samimi bir niyetinin hiçbir zaman
olmadığını rahatlıkla yazabilirim. Türkiye’nin AB yolculuğu serüveninde birçok
isimlendirme, tanımlandırma yapılmasına sebep de hiç kuşkusuz AB’nin Türkiye’yi
birliğe kabul etmesinde, ne net bir cevap verebilmesi ne de açık bir ret yanıtı
vermemesiydi. Bunda da hiç kuşkusuz AB’nin Türkiye’yi bünyesine değil ama
kendisine bağımlı tutmasıyla alakalı olduğunu söylemek son derece doğru bir
tanımlamadır.
Türkiye’nin AB üyelik
sürecini; kimi zaman bir devlet politikası olarak ele alanlar, kimi zaman ise
iktidara gelen hükümet politikası olarak ele alanlar olduğu gibi, kimi zamanlar
da AB, Türkiye’yi birliğe alıyor ya da Türkiye’de birliğe giriyor gibi
uygulamalar ile her iki tarafın da ilişkilerdeki mevcut baskıcı
politikası/stratejisi yürütmüşlerdir.
Ancak öyle zamanlar
gelmiştir ki Türkiye’yi yönetmek için iktidara gelen hükümet ya da yönetim AB
ile üyelik sürecini tehlikeye atmamak adına Güney Kıbrıs’ın (GKRK) AB üyeliğine
ses çıkartmamışlar hatta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki (KKTC) Türkiye’nin
garantörlüğü-nün ve adadaki Türk askerinin çekilmesi noktasında siyasi vaatler
de bulunmuşlardır.
Dolayısıyla AB üyelik
süreci tehlikeye düşmesin ve AB’nin verdiği destek son bulmasın adına başta
Yunanistan ve Kıbrıs Rum yönetiminin birçok emrivakisi maalesef yutulmuştur.
AB adına genelde
Almanya’nın başını çektiği ancak Almanya’nın Türkiye’ye söyleyemediği bir takım
gerçekler vardır. Bu gerçekleri yeri geldiğinde Hollanda yeri geldiğinde
Avusturya yönetimleri ile dile getirmişlerdir. Esasen AB, Türkiye’den vazgeçmek
niyetinde değil ama üye de yapmak istememktedir. İlişkiler ne koparılmak
istenmektedir ne de tam üye yapılacak düzeye çekilmek istenmektedir. Örneğin en
son AB Dışişleri Bakanları toplantısında Johannes Hahn; “En azından şu an için,
Türkiye’nin AB perspektifinden uzaklaştığı konusunda herkes hemfikir. AB rüyası
şimdilik bitti” derken, AB Dış İlişkiler Temsilcisi Federica Mogherini, 16
Nisan’da yapılan refrandumlaalakalı olarak “Sonuçlara saygı duyuyoruz… Türkiye,
AB için vazgeçilmez bir ortaktır… Türkiye ile müzakereler askıya alınmadı… AB’nin
güvenliği Türkiye ile başlar” demektedir.
Avrupa Birliği ve
başta merkez ülke Almanya’nın Türkiye’ye karşı iki tavrı son derece netlik
kazanmaktadır. Bunlardan birincisi Türkiye’nin AB’ye alınmaması ile ilgili
diğeri ise: Almanya’nın PKK-PYD/YPG terör örgütü konusundadır. Hele bir de buna
Almanya’nın Kürt sevgisini kattığınız zaman Almanya’nın, Türkiye’nin
güvenliğine ve bağımsızlığına kastını açık ve net görebilirsiniz.
Bu kitap çalışmasında
ele almaya çalıştığım konu başlıkları sadece Avrupa, Batı, Hristiyanlık kültürü
ya da savaşlara ve barışa yön veren düşünürler ile Türkiye AB ilişkileri ile
kısıtlı değildir elbette.
Almanların aslında
kim oldukları, Almanların Türkiye ve bölgemizdeki etnik ve dinsel (Aleviler
vd.) kimlikleri kaşımasında ve Kürtlere olan ilgisindeki esas amacın neler
olduğunu…
Almanya’yı
yönetenlerin kim/kimler olduğu, Almanya’nın nasıl bir AB düşlediğini,
Almanya’nın küresel güç olma mücadelesinin ve Alman dış politikasının temel
konu alanına koyduğu ve uygulamaya soktuğu doğrular, gerçekler…
Bir NATO ülkesi
olarak Almanya’nın Türkiye ile ilişkilerinde krizlere ve gerginliklere
dönüşmesine sebep olan başta milli davamız Kıbrıs, Doğu Akdeniz, “Ermeni
Sorunu”, “Kürt Sorunu” ile şimdiler de daha da gergin
leşecek olan FETÖ
Paralel Devlet Yapılanması içerisindeki etkin kişilerin Almanya’ya ilticası ve
vatandaşlık verilerek koruma altına alınması konuları… Almanya’nın Suriye
özelinde Türkiye ile ters düşen çıkar çatışmalarını…
Terör örgütü PKK’nın,
Avrupa’nın merkezi ülkesi Almanya’da konuşlanmasının stratejik nedenleri…
Siyasal Kürtçülük hareketinin Paris Kürt Enstitüsünden Almanya’nın o dönemde ki
başkenti Bonn’a ve şimdiler de Berlin de faaliyet göstermesinin nedenleri,
Alman Savunma Bakanlığı’nın terör örgütü PKK’ya, PYD/YPG’ye ve Irak’ta
Peşmergeye sağladığı eğit donat askeri desteği ile silahlandırması… Almanya’dan
PYD/YPG saflarında sözde IŞİD ile mücadele adı altında örgüte sivil ya da
paralı asker/savaşçı desteğini…
Yanı sıra merkez
Avrupa ülkesi olarak tanımladığım Almanya’nın, Avrupa’ya ve dünyaya bıraktığı
izdüşümleri, arzuladığı küresel güç olma isteği, kendine yeniden yaratmak
istediği lebensraum yani yeni yaşam alanları ile Almanların pangermanizm
yaklaşımları konu alınmaya çalışılmıştır.
TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ BAĞLAMINDA ALMANYA’NIN KÜRT VE PKK POLİTİKASI / Ömer Kalaycı
- Ürün Kodu: çıkrık-1
- Stok Durumu: Stokta var
-
40,00TL